Tarihi miras GAP’a kurban edilmemeli

Bugün Hasankeyf, bir ekonomik yatırım projesi olduğu iddia edilen GAP nedeniyle tehdit altındadır. Bunun tüm savunmaları, “Enerji lazımdır, kalkınma bunu gerektirmektedir” gibi nedenlere dayandırılmakta. Ama Türkiye’nin 1972 yılında imza attığı bu sözleşme GAP’la ilintili olarak bu ekonomik kalkınma anlayışının yargılanmasını gerektiriyor.

Hasankeyf halkının büyük bir bölümü Kürt… Halk, Kürtçe, Arapça ve Türkçe biliyor. Geçim büyük oranda tarım ve hayvancılığa dayalı. Ayrıca, eskiden beri gelişen bir ticari merkez olan Hasankeyf’te, halkın çoğu ticaret yapmayı seviyor ve bu meslekten anlıyor. Batman’a 20 kilometre uzaklıkta olduğu için bazı kişiler de bu ildeki petrol ve bazı sanayi merkezlerinde çalışmayı geçim kaynağı olarak alternatifsiz seçmiş.

Belediye başkanının başlattığı “Hasankeyf’i Kurtarma Kampanyası”na hemen hemen herkes yardım ediyor ve en azından duyarlı olduğunu gösteriyor. Ankara’dan gelen talimat üzerine daha önce Hasankeyf’teki bazı eserlerin buradan taşınıp başka yere nakledilmesi konusunda Hasankeyfliler kayda değer bir tepki gösterdiler. “Teras” kısmında yer alan mağaralarda artık kimse yaşamıyor. Aşağı kısımda yaptırılan prefabrik evler ise dayanıksız olduğu için güvenli değil. Bu yüzden alt kısımlarda kendine özgü yerleşim birimleri yapan halk, yavaş yavaş Dicle nehrinin kıyılarına kadar inmeye başladı. Yerli halkın özellikle yaz aylarında gelen çok sayıdaki turiste misafirperver davranışı da hemen dikkat çeker. Bu antik kente gelen ziyaretçilerin çoğu hoşnut ayrılır. Ancak, insanların dudaklarında buruk bir ses var, “Hasankeyf’in ölmesine izin vermeyin” diye.

Uluslararası sözleşmeler çerçevesinde Hasankeyf

Hasankeyf ile ilgili izlenen politikalar incelendiğinde devletin çelişkileri açıkça ortaya çıkıyor. Nitekim, 1983’te çıkarılan “Çevre etki değerlendirmesi kanunu”na göre, yapılacak yatırımların çevereye zarar vermeden, doğallığını koruyarak yapılacağı ifadc edilmiştir. Konuyla ilgili doğal ve kültürel değerlerin korunması yolunda uluslararası platformlarda imzalanan sözleşmeler başlıca iki gruba ayrılır:

1-Niyet mektupları şeklindeki sözleşmeler: Bunlar çeşitli toplantılar sonucu imzalanır ve kültürel işbirliği çalışmalarını hedefler. Hemen hemen bütün ülkeler birbirileriyle bu tür anlaşmalar imzalamışlardır.

2-BM bünyesinde düzenlenen uluslararası sempozyum ve sözleşmeler: Bunlar devletin üst düzeyinde: (Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanların) katılımıyla gerçekleşir. Sonuçlarında alınan kararlar ise katılan devletlerim parlamentolarınca onaylanır ve yasal güç kazanır. Bunlar arasında Hasankeyf’i ilgilendiren aşağıda izah edilen 5 karar üzerinde durmak mümkündür.

1972 Çevre deklarasyonu:

Doğal ve kültürel çevreye önemli konum getiren bu deklarasyon, çevre korunması girişiminde “İnsanın yarattığı çevre” de ilk kez dünyadaki demokratikleşme ile birlikte insanlığın esenliği ve temel insan hakları bakımından çok derin bir anlam taşır. Bu deklarasyondan yola çıkılınca Hasankeyf’in korunması insanın temel haklarını kullanmasının önemli koşullarından birisi, aksi halde ise insan haklarının ihlalidir. İnsanların esenliği ve dünyanın ekonomik kalkınması için çevre korunması ve geliştirilmesinin önkoşul olduğunu esasa bağlar. Bugün Hasankeyf, bir ekonomik yatırım projesi olduğu iddia edilen GAP nedeniyle tehdit altındadır. Bunun tüm savunmaları, “Enerji lazımdır, kalkınma bunu gerektirmektedir” gibi nedenlere dayandırılmakta. Ama Türkiye'n’n 1972 yılında imza attığı bu sözleşme GAP’la ilintili olarak bu ekonomik kalkınma anlayışının yargılanmasını gerektiriyor.

Kültürel değerlerin dünya 10 yılı programı:

Bunun ilk toplantısı 1982’de Mexica’da yapıldı. UNESCO desteğindeki bu toplantıda, tüm BM ülkeleri programa uyacaklarına dair imza atmışlardır. Bu toplantıda şu düşünce kabul edilmiştir: “Dünyadaki kalkınma, ekonomik gelişme ve sanayileşme, dünyadaki doğal ve kültürel değerleri hızla ortadan kaldırıyor. Bir gün bilim ve teknoloji şimdiye kadar insanlığın düşünemeyeceği bir boyuta gelebilse dahi, insanlığın kendi uygarlık dünyasının ve kültür değerlerinin ortadan kaldırılması sonucu geleceği karanlıktır.”

Toplantının en önemli maddelerinden birisi de şudur: “Hiçbir gerçek kalkınma projesi doğal ve kültürel ortamın başlıca özelliklerini göz ardı edemez.” Sonuç olarak 1986’da BM bünyesinde varılan nokta şudur: “Her türlü kalkınma projeleri nedeniyle (GAP) Hasankeyf ortadan kaldırılmaz. Çünkü tarihi çevre inkar edilemez.” Ve, bu sözleşmenin altında da Türkiye’nin imzası bulunuyor.

Dünya kültürel ve doğal mirasını koruma sözleşmesi:

Dünya ülkelerinin 1972’de imzalamış olduğu bu sözleşmeye, Türkiye 10 yıllık bir gecikmeyle imza atmıştır. Bu arada özetle, “Kültürel ve doğal mirasın herhangi bir parçasının bozulması veya yok olması, bütün dünya milletleri için zararlı bir yosullaşmmadır.” Çok önemli bir kavramdır. “Yoksullaşma”nın, ekonomik boyutunun ötesinde kültürel bir boyutunun da bulunduğunun tartışıldığı bir ülkede, Hasankeyf’in ortadan kaldırılmasının bir “yoksullaşma” gereği olduğu, önemli bir gerçektir.

Ayrıca bu sözleşmeye taraf olan devletler, doğal ve kültürel mirasın toprakları üzerinde bulunduğu devletlerin egemenliğine tam olarak saygı gösterecek ve ulusal yasaların sağladığı, ülke halklarına zarar vermeden bu tür mirasın bütün uluslararası toplum tarafından işbirliği ile kurulması gereken evrensel bir miras olduğu kabul edilmiştir.

Avrupa mimari mirasını koruma sözleşmesi:

Avrupa ülkeleri bu sözleşmeye 1985 yılında imza attı, sözleşme parlamentoda ise 1989’da geçti. Bu sözleşmenin önemli özelliği, Akdeniz ve Avrupa uygarlığının dünyanın geleceği için yaşatılması bakımından önemli unsurlardan birisi olarak Mezopotamya’nın gösterilmesidir. Bu da Hasankeyf’i de kapsayan bir anlayıştır. Bu sözleşmeyle birlikte mimari mirasının korunmasından çıkmış ve bir bölge koruma, kentsel koruma, tüm kültürlerin yaşadığı alanların hep birlikte korunması anlayışına getirilmiştir. Bu sözleşmeyle mimari değerlerin tüm çevre ile birlikte korunması ve yaşatılmasının kırsal yörelerle şehirlerin düzenlenmesinde başvurulabilecek bir kaynak oluşturulabilmesi bakımından çok önemli olduğu vurgulanmıştır.

Bu sözleşmede, fiziksel planlamada kültürel ve çevresel mimarın korunması birinci koşul olacağı da çok açık bir ifadeyle belirtilmiştir. Son olarak bu sözleşmede herhangi bir kültür mirasının korunup korunmamasına gerek duyulup duyulmayacağına dair bir şüphe ve belirsizlik olsa dahi, korunma önlemlerinin alınması gerektiği ve bütün insanlığın kültürel sürekliliğinin sağlanması için gerekli olduğu da belirtilmiştir.

Bergen bakanlar deklarasyonu:

Bu sözleşmenin iki önemli başlığı vardır: 1- Ciddi ve telafisi mümkün olmayan tehditlerin varlığı halinde bilimsel kesinlik olmasa dahi çevre bozulmasını önleyen tedbirlerin uygulanması ertelenemez.

2- Halkın planlama prosedürüne katılması ve kara verme sürecinde görev alması esastır.

Sonuç olarak, Türkiye’nin imzasını attığı bütün bu sözleşmeler bize şunu gösteriyor: Hasankeyf, duygusal bir yaklaşımdan ötürü değil, akılcı bir yaklaşımdan yola çıkılarak, dünyada uygarlıkların gelişmesi ve kültürel sürekliliğin sağlanabilmesi için korunması gereken bir değerdir. Bizler, geleceğin uygarlık dünyasının kurulmasında rol oynayacak bir kaynağı ortadan kaldıramayız.