Antikkent’teki mağaralar arasında korkunç bir iletişim sistemi vardır. Çok uzaktaki bir mağaradan duvardaki hassas bölgeye vurulduğunda ses hızla yayılır ve diğer mağaralara anında ulaşır. Bu iletişim yolunun bugünkü telefon sistemine benzetildiği kaydedilir. Ayrıca, bir tehlike anında ya da prenslerin halkı meydanlara toplamak istediğinde bu yöntemin kullanıldığından söz edilir. Dünyadaki ilk “mağara üniversitesi”nin de ilk burada yapıldığı, eğitimin mağaralarda verildiği belirtilir.
Hasankeyf, eski Mezopotamya uygarlıklarından beri gelişen bir merkezdir. Bu antik kentin tarih öncesine dayanan bir geçmişi var. Hasankeyf kelimesinin kökeni için çeşitli tanımlamalar yapılmakta. Eski Arami dillerinde “Kaya” anlamına gelen “Kipani” ismin kökeni olduğu belirtiliyor. Antik Yunan ve Roma çağlarında bu kelimeden değişerek; “Kefa”, “Sefa”, “Kifos”, “Sfrios” gibi isimlerle anıldığı anlaşılmaktadır. M.S. 7. Yüzyıldan sonra buralara İslam’ın girmesiyle Arapça “Kaya kalesi” anlamına gelen “Hasankeyfa” denildiği görülür. Bu ismin halk ağzında zamanla “Hasankeyf”e dönüştüğü biliniyor.
Eski dünyanın doğudaki “Süper Gücü” olan İran imparatorlukları (Persler, Sasaniler) ile batıdaki “Süper Güç” Romalılar, sonraları ise Bizanslıların yine dönemin en önemli ülkesi olan Kürdistan üzerindeki egemenlik savaşlarında batının en uç görevini Hasankeyf yaptı.
Ünlü Roma-Bizans tarihçisi Prokopius’un “İran-Roma Savaşları” kitabında “Cefa” ve “Sifrios” olarak sık sık buralardan söz eder. Doğu Roma’nın Hristiyanlaşması ve Bizans dönemlerinde bugünkü Süryanilerin öncüsü olan ve bu bölgeye özgü bir “Doğu Kilisesi”nin geliştiği biliniyor. “Tur Abidin” ya da “Kuzey Mezopotamya” denen Kürdistan’ın bu bölgesinde, Mardin ve Midyat gibi ünlü din ve kültür merkezlerinden başka Hasankeyf’in giderek önem kazandığı ve M.S. 7. Yüzyıllarda kendine özgü bağımsız bir kilise ve Hristiyan cemaati haline geldiğini görüyoruz.
Tam bu sıralarda İslam İmparatorluğu’nun buraları elde etmesi bu gelişmeyi durduramamıştır. Erken İslam egemenlikleri Emevi ve Abbasiler devrinde bu bölge zamanla “Diyar-u Bekr” diye anılmaya başlandı. Hasankefy, bundan sonra da bu bölgede çıkan yerel Kürt güçleri Hamdaniler ve Mervanilere bağımlı oldu. Ardından da tüm yakın doğu ile birlikte Selçuklu İmparatorluğu’nun eline geçti. 12. Yüzyılın başlarında burada kurulan Artukluoğulları Devleti döneminde, Hasankeyf en parlak zamanını yaşadı. 1100-1236 yılları Hasankeyf’in altın çağıdır. O günkü dünyanın en büyük köprüsü, İpek Yolu üzerinde Kara Aslan tarafından yine burada yapıldı. Bu köprü 1140’tan itibaren önemli bir transit geçiş yeri görevini üstlendi. Kent, büyük kurumlarla donatılarak İpek Yolu’nun en önemli istasyonu haline geldi.
1236’da Selahaddin Eyyubi’nin yeğenlerinden Şerafettin Eyyübi, kurduğu yerel prenslik buraların Hısn-ı Keyfa Eyyübileri olarak anılmasını sağladı.
Daha sonra tüm Kürdistan ile birlikte Hasankeyf, buraları istila eden Moğullularla bölgenin yeni gücü Memlüklüler arasındaki savaşlara ve yerel beyliklerin çekişmelerine sahne oldu. Bölge, Safavi akınlarına, Akkoyunluların kısa süren İmar dönemine ve sonunda da Osmanlı egemenliğine, birbirini izleyen çalkantılı olaylara tablo oldu. Hasankeyf’in önemi bu çalkantılarla birlikte yavaş yavaş azaldı, ancak hiçbir zaman kaybolmadı. 20. Yüzyıla orta halli bir ticari merkez olarak giren Hasankeyf, birinci dünya savaşı sonrası da terk edilmiş bir harabe niteliğine büründü, zanaatkârlarını ve tüccarlarını yitirdi. 1974’te yerleşim birimleri ve konutların yanlış uygulaması yüzünden kent üzerine yeni fakat uydurma evler yapıldı. Yeni karayolu da tarihsel kent ve arkeolojik sit alanı içinden geçirilip, pek çok anıtı yok etti. Bu tahripler Hasankeyf’in tarihine büyük kayıplar verdi. İlk arkeolojik kazılar, 1940’larda Fransız araştırmacı Albert Gabriel tarafından yapıldı. Prof. Dr. Oluş Arık başkanlığındaki ekibin çalışmaları ise kentin sular altında kalacağının öğrenilmesi üzerine durduruldu. GAP suları altında kalacağı anlaşılan Hasankeyf kazıları, adeta kurtarma kazısına dönüştürüldü. Politik alanda da bu yönde mücadeleler verilmeye başlandı.
Mağara Eğitimi
Sümerlilerin “Ulu Irmak” olarak nitelendirdikleri, Dicle nehri üzerinde, bugünkü Batman iline bağlı bir ilçe olan Hasankeyf, derin uçurumlu vadilerle kuşatılmış, görkemli kaya yükseltisi olarak göze çarpar. Kent, surlarla çevrili “Kale” denen Yukarı Şehir, Dicle’nin güneydoğu yakasındaki Aşağı Şehir ve nehrin kuzeybatı kıyısındaki Karşıyaka olmak üzere 3 büyük semte ayrılır.
Hasankeyf, bugünkü konumuyla içinde yer alan mimari değeri yüksek birçok kültürel varlığı ve 5 bine yakın mağarasıyla yükseltideki örümcek ağını andırır. Antikkent’teki mağaralar arasında korkunç bir iletişim sistemi vardır. Çok uzaktaki bir mağaradan duvardaki hassas bölgeye vurulduğunda ses hızla yayılır ve diğer mağaralara anında ulaşır. Bu iletişim yolunun bugünkü telefon sistemine benzetildiği kaydedilir. Ayrıca, bir tehlike anında ya da prenslerin halkı meydanlara toplamak istediğinde bu yöntemin kullanıldığından söz edilir. Dünyadaki ilk “mağara üniversitesi”nin de ilk burada yapıldığı, eğitimin mağaralarda verildiği belirtilir.
Dünyanın ilk büyük köprüsü
Kültürel değer zengini olan Hasankeyf’te birçok eser vardır. 12. yüzyılda Dicle nehri üzerinde yaptırılan köprü dünyanın ilk büyük köprüsüdür. Artuklular döneminde Kara Aslan tarafından yaptırılan köprü uzun yıllar İpek Yolu’na geçit vermiştir. Kuzey Mezopotamya’yı Kürdistan’a bağlayan özelliğe sahip köprünün sadece ayakları günümüze kadar gelebilmiştir. Yapımda az miktarda moloz, tuğla ve taş kullanılmıştır. Bazı bölümlerde figürler, insan kabartmaları, kolonlar ve bazı hücrelerin yer aldığı köprü üzerinde astroloji ile ilgili kalıntılar göze çarpar. Din değişikliğiyle birlikte halkın Ay Tanrısı ve Güneş Tanrısı’nın heykellerini köprünün ayakları altına attığı, bu yüzden de köprünün kısa sürede yıkıldığı inancı yaygındır.
365 cami rekoru
Hasankeyf’teki İslami eserlerin çokluğu da dikkat çekmekte… Kürtlerin ve Arapların yaptırdığı 365 camiden birkaç tanesi ayakta kalabilmiş. Camiler arasında en mükemmel mimari eser olan Ulucami, yapımı bakımından dünyanın ilgi odağı haline geldi. Ünlü Kürt komutanı Selahattin Eyyübi’nin yeğeni Şerafettin Eyyübi tarafından yaptırılan caminin tavanında içi boş testilerin birleştirilmesiyle kubbe oluşturulmuş. Yapı özelliği bakımından dünyada eşine ender rastlanan bu cami günümüze kadar sağlamlığını diğer eserlere oranla bir ölçüde koruyabildi. Ayrıca, Sultan Süleyman, Rızk, Kızlar ve Koç camileri diğer önemli Kürt eserler arasında.
Kentin kuzeybatısında yer alan Zeynel Bey Kümbeti ise Uzun Hasan’ın Otlukbeli Savaşı’nda ölen yeğeni için yaptırdığı altın kaplamalı mezardır. Kümbetin altınları zamanla ziyaretçiler tarafından yağmalandı. Altta mumyalık, üst kümbeti birbirine bağlayan basamaklar ve geometrik motifler özel tuğlalardan yapılmış eserin sahibi Abdurrahman Oğlu Pir Hasan olarak yazılıdır. Kuzeyde yer alan İmam Abdullah Zaviyesi ise ince işçiliğinin en güzel örneklerini sergilemektedir. Artuklular döneminde en parlak zamanını yaşayan Hasankeyf, Altın Saray’ıyla da ünlüdür. Sarayın giriş kapısındaki altın kaplamalar, zamanla aşınmış ve define avcılarının yağmasına hedef olmuş. Saray içindeki yapılar özellikle de darphanenin Moğollar tarafından yağmalandığı, Akkoyunlular zamanında yeniden onarıldığı bildirilir. Bütün dönemlerinde krallığın merkezi olarak kullanılan sarayla ilgili oldukça ilginç efsaneler anlatılır: Prensin kızı fakir bir gence aşık olur, babası sevdiğine vermeyince de kendisini burçlardan aşağı Dicle nehrine bırakarak intihar eder. Kızının acısına dayanamayan Prens, bir süre sonra aynı yerden aşağıya atlayarak intihar edince kendin yönetimi bir süre askerlerin eline geçer.
Devlet keyfiliğine kurban
Güneydoğu Anadolu Projesi olarak bilinen GAP, Hasankeyf’i sulara boğacak. Projenin 9. Ilısu Barajı, sularına gömülecek olan Hasankeyf’in kurtarılması için Türkiye dışındaki çalışmalar daha esaslı. Bu olayı takip eden dünya çevrecileri harekete geçerek Hasankeyf’i bazı ilgili platformlara taşıdılar. Hasankey’in kurtarılması için baraj suyunu 525metreküp yerine 496 olarak tutulması yeterli. Bundan başka 9 barajdan sadece birisinin Ilısu barajının yapımından vazgeçildiği takdirde, GAP projesine darbenin vurulmayacağı, ekonomik destek açısından ise bu antik yerin “soft turizm” alanı olarak kullanılmasının daha karlı bir yatırım olduğu ilgililerce belirtilmekte.
Turizm projesiyle bu alanın turizm bakımından canlanmasına ve ekonomik kaybın önlenmesine de gidilebileceği de tartışılan, görüşülen görüşlerden birisi… Çeşitli şekillerde gündeme gelen ve tartışılan Hasankeyf için yapılan son panelde panelistlerin, “Hasankeyf’in devlet keyfiliğine kurban gitmesinin önlenmesi” görüşünde birleşmeleri de oldukça ilgi çekici bir sonuçtur.