Özgür Gündem
Bugün sermayeci ekonominin üç blok oluşturduğu görülüyor. Birincisi bizim de girmeye çalıştığımız ama giremeyeceğimiz artık belli olmuş Avrupa Topluluğu’dur. Kısaca AT diyeceğimiz bu topluluk, üyelerinin güç, kültür ve üretim düzeyi olarak en yüksek ve birbirine eşit güçte bulunduğu bloktur. Bu blok ülkeleri 1994’te Ortak Para Birimi’ne geçmeyi düşünüyorlar. Blokun sürükleyicisi Almanya… Ancak Almanya’nın dört nala giden ekonomisi, bu yıl (hatta geçen yılın sonlarında) tökezler gibi oldu. Türkiye’nin özellikle işçi göçünden sonra, ekonomisi üzerindeki bu en etkili ülkesinin durumunu isterseniz 23-29 Mayıs tarihli ünlü İngiliz dergisi The Economist’ten özetleyelim:
Batı Almanya hükümeti ve halkı olsun, Doğu Alman halkı olsun Doğu bölgesinin “Batılı” standartlara getirilmesini ve tek bir “welfare-refah” ülkesi olmalarının zorluğunu küçümsemişlerdi. Batı Almanya’nın enflasyonsuz, sosyal sarsıntısız 1980’lerde gerçekleştirilen ortalama yüzde 4 gelişme hızıyla her şeyi çözümleyeceklerini sanıyorlardı. 38 bin mark birey başına gelire sahip Batılılar (Wessis), 13 bin mark gelirli Doğuluları (Ossis) kısa zamanda kendi düzeylerine çekeceklerdi. Hayal buydu. Evet bunun Batılılar için bir maliyeti olacaktı ama, bu kadar büyük olacağı sanılmıyordu. Zaten o zamanlar bu bilinse de ne Wessis ne de Ossis (Batı e Doğulular) bu birleşme fırsatını ellerinden kaçırmazlardı. Bugün birleşmelerinin ne kadar parlak olduğu e Almanya2nın nereden nereye geldiği belli. Doğuda her üç Ossi işçiden biri işsiz ya da kısıtlı zaman çalışması içinde, uzun süreden beri ilk kez Almanya’nın bütçesi büyük açık veriyor, geleneksel işçi-işveren anlayışı (Consensus) sona ermiş, ama Kohl ve iyimser yandaşları geleceğe yine umutla bakıyorlar ve yaptıklarından dolayı hiç de pişman değiller.
Ancak bu iyimserliğe karşı ödenen fiyatlar da küçümsenemez. Son üç senede Almanya hükümeti Doğu’ya 170 milyar mark ödedi ve onlardan sadece 30 milyar mark vergi alabildi. Yani son üç yılda Batı’dan Doğu’ya “kamu fonları” olarak net 140 milyar mark transfer edildi. Bu yıl net transfer 175 milyar mark (yani üç senede yapılanın üstünde) düzeyini bulacak. Dört yılda 315 milyar mark transfer edilecek. Doğu’ya net transfer 175 milyar. Rastlantı bu ya, Almanya kamu sektörü açığı da o civarda: 180 milyar mark. Yani siz Batı Almanyalı olun da gelin kızmayın. “Ossi”ler yüzünden dertsiz başları derde girdi. Almanya’nın1992 yılı sonunda kamu borcu ulusal gelirin yüzde 46’sını buldu. Bu tempoda giderse 1995’te yüzde 51’i bulacak. Hele kamu bu hızla yükselen bir borçlanmayı sürdürürse, faiz hadlerinin yükselmesi önlenemez. Alman iş dünyası düşük faizli borçlanmaya alışkın olduğundan bu yüksek failz kendilerini fena halde sıkıyor.
Aslında Alman ekonomisi ülke çapında fena değil başka genişliklerde önemli. Her şeyden önce Almanya, piyasa ekonomisinin savaş sonundaki dönemde elde ettiği hızlı gelişmenin, hatta üstünlük belgelerinin örneği sayılır. Bu belgeleme artık eski parlaklığında değil. Ve bir pazar ekonomisinin ulusal gelirin yüzde 6’sını aşmayan bir “sosyal düzenleme harcamasının” bile altında sendelediği ortaya çıkınca, halk ve hele işçiler dışında hiç kimseden özveri istenmeyince, daha doğrusu en kolay yalan bu olduğu ortaya çıkınca reel komünizmin Rusya’da çöküşünün unutturduğu fikirler yeniden küller üstünde çiçek açan gelincik çiçekler gibi görülmeye başlandı. Bugün Almanya’da sendikalı işçilerin ücret talepleriyle (alışılmamış yükseklikte) başlayan bir düzen eleştirisi 1924’ten bu yana ilk kez yaygınlaşmaya başladı. Artık Alman işçisi eskisi kadar inanmıyor “serbest piyasa ekonomisi” etiketi altında ve ulusal duygularla yapılan kadırmacılarla yürütülen politikalara. O, yıllarca övülen, övünülen, görkemli Alman ekonomisi işçilerin yüzde 9 ücret arttırımını bile bir “enflasyon artışı” nedeni gösteriyorsa, bu düzenin kendini artık tashih edip edemeyeceği konusu sorgulamaya geliyor.
Bunun yanında sendeleyen bir Alman ekonomisinin AT’yi derinden sarsacağından kimsenin şüphesi yok… Hatta Alman ekonomisinde bir sendeleme AT’nin en fakir ülkelerinde – örneğin Yunanistan, İspanya ve Portekiz’de- şimdiden sallantılara neden olmuştur. Alman ekonomisinde bir sallantı, faşizan gösterileri de beraberinde getiriyor. Hitler’i getiren en önemli faktörün 1930 başlarında şiddetlenen genel ekonomik bunalım olduğunu bilmeyen yoktur. Şimdi de göçmen işçilere yönelen dazlaklar ve neo-faşistler ekonomik duraklama ile birlikte etkili duruma geçmişlerdir. Almanya2da halkın, komünistler Doğu bölgesinde çöküntüyle iktidarı bıraktıklarından bu yana nasıl düşündüklerini ise son Berlin belediyesi seçimleri sonuçları meydana koymuştur. Komünist yönetimin bıraktığı Doğu Berlin’de Sosyal Demokratlar birinci (yüzde 30.7) ve ardında komünistler ikinci (yüzde 29.7 ile) oldular. Yani iki sol partinin aldığı oy Doğu Berlin’de yüzde 60’ı geçti. (I) Her iki Berlin’deki seçimde oy toplamında yüzde 40’ı aştılar (yüzde 43.5). (II) Bunlar Almanya’nın bütünü için komünist ve hele geniş anlamıyla sol seçmen oranının, Avrupa’da en yüksek oranı oluşturduğu hakkındaki iddiaları doğrulamaktadır.
Avrupa’da Almanya geçirdiği bu sendelemelerle sarsılırken Avrupa ülkelerinden hangisinin bu ülkenin yerini alacağı soruları zihinlerde dolaşmaya başladı. İlk akla gelen kuşkusuz Fransa’dır. Gerçekten Fransa 20 yıla yakın bir zamandan beri Avrupa’nın en istikrarlı ve gelişmenin kesintisiz sürdüğü bir ülke. 1980’de kişi başına ulusal gelir 12 bin 335 dolar iken 1990’da bu rakam 21 bin 15 doları bulmuştur ve 1992’de de Almanya’daki düzeyi geçecektir. Ama Fransa’nın da dertleri yok değil. Onun da bir denizaşırı Fransa sorunu var. Özellikle Kuzey Afrika’da dinci düzenler bugüne kadar Fransa dostu laik rejimlerin yerini aldıkça Fransa’nın ekonomisine bazı sıkıntılar geldi. Bağımsızlık isteyen Fransız Antilleri ve Korsika da Fransa’nın başka dertleri. Fransa’da da yabancı düşmancı partiler ve ırkçı siyasetler ülkenin istikrarını bozmaktadır. Fransa’yı bir istikrar ülkesi haline getirmiş politikaların sahibi olan sosyalistler son yerel seçimlerde oyların sadece yüzde 18’ini almıştır. Yeşiller Partisi’nin aldığı oyların da (yüzde 14) sol oylardan çalındığı kabul olunsa bile, Fransa’da solun (yüzde 8 komünist oyları dahil) yüzde 40’ı ancak bulduğu söylenebilir. Irkçı ve şoven Le Pen’in Ulusal Cephesi yüzde 14’le Yeşiller’e eşit oy toplamışsa da özellikle Paris çevresinde stratejik belediyeleri kapmasıyla büyük ölçüde başarı kazanmış sayılmaktadır.
Dahası var… Fransa’nın Almanya’nın yerini, ulusal gelirde nüfus başına rakamlarda onu geçse bile, dolduramayacağı şu son senede belli olmuştur. Almanya 80 milyonu bulan nüfuu ve Avrupa’daki merkezi yeri dolayısıyla Fransa’nın çok ilerisinde avantajlara sahiptir. Almanya sarsıldıkça Avrupa sallanmaktadır.
Sol sayılacak Yeşiller ile birlikte ise yüzde 67’yi yani üçte biri buluyor.
Yüzde 13 oy alan Yeşiller ile birlikte ise yüzde 56.5 oranını buldular.