Diyarbakır’dan haber geldi, dediler ki “Hafız öldü”

Burhan Karadeniz, Özgür Gündem - 16 Haziran 1992

Birbirine açılan daracık sokaklar. Birinin adı Azizoğlu.. Hafız’ın arkadan gelen kahpe bir kurşuna hedef olduğu sokak. Şimdi çocuklar oynuyorlar orada. Yanlarından geçip Hafızların evine ulaşıyoruz. Ev halkında ne ağıt, ne ağlama. Yorgunluk ve hüzün var. Şefika Ana oğlunun yıllar süren mahpusluğunda kendi deyimiyle ‘cezaevi kapılarına gide gele’ geçirdiği kültürel ve siyasal dönüşümün onalca sevecenliğiyle karşılıyor bizi, ‘oğullarım diyerek’.

Hafız’ın çocukluğu nasıldı?

-11 çocuk dünyaya getirdim. 5’ini doğumda kaybettim. Ben de babası da bir erkek çocuk istiyorduk. Hafız son çocuğumuzdu.Geçimle ilgili bir sorunumuz yoktu. Ben terzilik, babası çiftçilik yapıyordu. Onu özene bezene büyüttüm. Zaten sorunlu bir çocuk değildi. Toprakla, evdeki eşyalarla oynardı. Eline geçirdiği şeyleri kurcalamayı severdi.

Okul yılları nasıldı?

-İlkokula Dİyarbakır’da kaydettim. Çocukluk yıllarındaki öğrenme hevesi okul yıllarında daha bir gelişti. Okula geç kaldığı zamanlarda saatlerce ağladığını hatırlarım. Kavgacı bir çocuk değildi. Birgün olsun okuldan eve sorunlarıyla gelmedi. Uyumlu, neşeli bir yapıya sahipti. Lise yılları sürekli okuma dönemiydi. Geceler boyunca okurdu. Sürekli arkadaşlarıyla gelir, birşeyler yazar, çizerdi. Bzen yüzünü görmeye hasret kalırdık. Aldığı sorumluluğu yerine getirirdi. Sorumlu olduğu insanlar ailesi de olsa arkadaşları da olsa bu değişmezdi.

Cezaevine girişi nasıl oldu?

-Lise 2. sınıftaydı. Okula gitmek için bir sabah evden çıktı. Bir daha da dönmedi. Bakmadığımız yer kalmadı. Zaten o dönemde, yani 1980 döneminde insanlar öldürülüyor, kayboluyorlardı. 28. günün sonunda birgün kapı çalındı. 50’ye yakın polis girdi içeri. İçlerinden biri ‘Bak oğlunu getirdik” dedi. Gözlerimle Hafız’ı aradım ama bulamadım. Sonra polislerin içinden yüzü gözü şişmiş, saç sakal birbirine karışmış, çelimsiz biri bana ‘ana’ dedi. Sonra gülümsedi. Yırtık pantolonunu kanlı bir mendille bağlamıştı. Onu tanıdım. Sarılmak istedim izin vermediler. Kolları kelepçeliydi. Beni dışarı çıkartıp arama yaptılar, alıp götürdüler.

Hafız cezaevindeyken?

-Diyarbakır Cezaevi’nde 1,5 yıl kaldıktan sonra 20 yıl cezaya çarptırıldı. Beni o son duruşmaya almamışlardı. Avukat gelip cezayı söyledi. Oturup düşündüm. Hayatı boyunca bir karıncayı bile incitmemiş, bir kuş dahi öldürmemiş bir insana 20 yıl ceza veriliyordu. Bir kin büyüdü içimde. Onurundan, incancından hiçbir zaman ödün vermezdi. Diyarbakır Cezaevinde’ydi. Pişmanlık Yasası çıkmıştı. Sevindim, koşarak görüşe gittim. ‘Oğlum’ dedim, ‘pişmanlık yasası çıkmış, bir dilekçe ver kurtul’ Demir parmaklıkları tuttu, bağırdı; “20 yıl değil 120 yıl da verseler ben pişmanlık dilekçesi vermeyeceğim, arkadaşlarımı satmayacağım”

Biraz o dönemi anlatır mısınız?

-Ekmeğin beyaz, zeytinin siyah olduğunu ‘Kürt’, ‘işkence’, ‘kayıp’, ‘sömürü’ kelimelerinin gerçek olduğunu o dönemde öğrendim. ‘Seni öldüreceğim, seni mahpuslarda ezeceğim’ diyen zihniyet karşıma devlet olarak dikiliyordu. Hafız 7 yıl ikibuçuk ay cezaevinde yattı. Bunun 4,5 ayını açlık grevinde geçirdi. Cezaevlerinde baskılar yoğunlaştığı dönemde açlık grevine başladılar. Tam 52 gün açlık grevinde kaldı. 52 günün sonunda bir kısmi felç geçirdi ve sarılığa yakalandı. Hergün ölüsünü teslim edecekler diye cezaevinin kapısına gidip geliyordum. Onlar içerde biz dışarda türlü acılar çektik. Görüşüne gittiğimde, adeta cansız bir bedenle karşılaşıyordum. O yine o hep gülümseyen yüzüyle ‘ana ben çok iyiyim, sağlığım yerinde, hepimiz çok neşeliyiz’ diye umut veriyordu. Umudunu bir gün olsun yitirmedi.     

Cezaevinden çıktıktan sonra?

-Tahliye olduktan sonra dışarıya çok çabuk uyum sağladı. İnsanlarla hızlı iletişim kuruyor, herkesle geçinebiliyordu. Ahlakıyla, kişiliyle, ailede herkesin örnek gösterdiği bir gençti. Gazetecilik yapmaya başladı. İşine karşı çok saygılıydı. Bazen sabaha kadar çalışırdı. Sürekli okur araştırırdı. İşine 5 dakika geç kalmazdı. ‘ana’ derdi, ‘insanları sevmenin yolu onlar için mücadele etmekten geçer’’

Vurulduğunu nasıl haber aldınız, neler hissettiniz?

-AKşam geldiğinde yorgundu. Yine geceyarılarına kadar çalıştı. Sabah erken uyandı. O çıktıktan 15 dakika sonra telefon çaldı. Vurulduğunu söylediler, koşarak dışarı çıktım. Vurulduğu yerde bir kan gölü olmuştu. Kadınlar başına toplanmış konuşuyorlardı. Hastane koridoruna yığınla insan toplanmıştı. Saatlerce bekledim. Sonra bir gürültü oldu. ‘Kahrolsun faşizm’ diye bağırdı insanlar. Öldüğünü anladım.

Cezaeviyle ilgili birşey söylemek istiyor musunuz?

Babasını vasiyeti vardı. Benim yanıma gömün demişti. Polisi oğlumun cesedini kaçırıp, kendi gömdü. Gelenlerin gidenlerin ardı arkası kesilmedi. Telgraflar, telefonlar hiç susmadı. Devlet oğlumun ne dirisini ne ölüsünü susturabildi. Onu 8 yıl karanlıkta bıraktı, ışık görmesine fırsat vermedi. Şunu söylemek isterim size; Kürtler işkenceyle zorla baskıyla bitmiyorlar bitmeyecekler.