Hüseyin Şimşek- GÜNDEM
Büyük şehir, kimi meslekleri silikleştirdi, kiminin köküne kibrit suyu ekti. Bu hengamede, büyük şehrin “küçük insanı”, işsizlik ve geçim derdinin bir noktadan sonra dayanılmaz olan tazyikiyle, yeni işler icat etti. İş bulma kurumlarından umudunu kesen insanlar çareyi, kendi beceri ve yaratıcılıklarıyla iş edinmede buluyor. Bir “curcuna toplum”da yaşadığımız gerçekse, günlük yaşamda birçok boşluğun, aksaklığın olduğu da muhakkak. İşte yeni meslekler, bu boşluğa doğuyor. Aksaklıkların giderilmesi meşruluğuna oturuyor. Son on yılda, İstanbul’da yaygınlaşan yeni mesleklerden biri, “gönüllü trafikçiler”in ekmek kapısı. Yedikule geçidi, Belgrad kapı, Silivri kapı, Mevlana kapı, Demirkapı, Ahırkapı… demiryolunun daracık alt geçitleri vs.
Ahırkapı’nın “gönüllü trafik düzenleyicisi”, İstanbul doğumlu Yaşar Pençe. Kardeşi ve bir arkadaşıyla, nöbetleşe çalışıyorlar. Evi, Ahırkapı geçidine çok yakın Pençe’nin. Eski işi olan hamallığı artık yapacak gücü kalmayınca, “her gün gözümün önündeki aksaklık kafama dank etti” diyor. Bir şapka, bir de düdük alıp, başlamış işe. “Tam yirmibeş yıldır bu işi yapıyorum. Tek evladım vardı, öldü. Karımla da ayrıldık. Ne sigorta var, ne emeklilik. Nefesim kesilene kadar öttürmek zorundayım bu düdüğü.” Samatya SSK Hastanesi’nin tam karşısında, demiryolu alt geçidinde, Kastamonulu Göçmen ailesi, “düdük öttürüyor.” Baba ve üç oğlu. Nöbetçi olan kardeşten, bu geçitte, 1970’ten beri durulduğunu öğreniyoruz. “Ben çocuktum. İlk olarak, eniştem durmaya başlamış. Askerden önce, bir süre onun yanında takıldım. Öğrendim işi. Aradan yıllar geçti, babam da bu işi yapmaya başladı. Askerlik dönüşü, İştaş Demir Fabrikası’nda işe başladım. Toplu iş sözleşmesine yanaşmıyordu işveren. Bizi, sendikalaşmadan attılar. Tekrar bu işe döndüm ben de.”
Miadı dolmuş uğraş için, gereğinden fazla çırpınmak boşunadır. Yılmaz Güney’in “Umut” filmindeki yaşamlara denk düşen bir macerası var Sülo dayının. Yıllar yılı, at arabasıyla Yedikule’de nakliyecilik yapmış. Ama onbeş yıl önce satmış atı, arabayı. “Skodalar, kamyonetler aldı işimizi. Motorlu alacak para bizde ne gezer” diyor. Dönüşü olmayan bir yolculukla, çekip gitmiş eşi. Çocuklarla da ayrı düşmüş. Şimdi 64 yaşında, “fakirhane”sinde yalnız. Tek ekmek kapısı, yedi arkadaşıyla beraber Yedikule sur geçidi. Aynı geçidin “gönüllü trafikçiler”inden olan Samsunlu Yılmaz Erdoğdu, eski “mapusçu”. Mesleği yok. Uzun süre, inşaatlarda amele olarak çalışmış. “Sabıkam var diye iş vermiyorlar. Kiradayız. Çocuklarımın hepsi okul çağında” diyor. İşin evveliyatını Sülo Dayı’dan öğrenmek istiyorum: “Bizim semtte bir Bekçi Mehmet var. Önce onun aklına geldi. Çevrede ihtiyacı olanlar biraraya geldik. Hemşehricilik yok. Konu komşuyuz…”
Silivrikapı da, Ahırkapı gibi çift kemerli. Tarihi dar geçitlerin en işlek olanı. Burada çalışan kahyalar, trafikçilikte biraz daha “sahici”. Ellerinde, trafik polislerinde olduğu gibi beyaz eldivenler ve telsiz… Kapıdan girince, hemen solda polis karakolu. İş ağır, sorumluluk büyük! “Adabına göre davranmak farz” olmuş.
Dar geçit kahyaları örgütlenmek, bütün çalışanlar gibi sosyal hak sahibi olmak istiyor. B. Göçmen, “Eskiden Şoförler Cemiyeti’ne üyeydik. Aidat toplamaktan başka bir iş yapmadılar. Artık bizim için o da yok” diyor. Ne olmuştu? Yaşar Pençe yanıtladı: “Cemiyet’e üyeydik. Kartımız vardı, sigortaya da başvuracaktık. 12 Eylül İhtilali, Cemiyet’i dağıttı. Sonradan yine kurulmuş ama bize kapalı kapısı. Biz de Kahyalar Cemiyeti kurmalıyız.”
12 Eylül uygulamaları hep karşımızda. Yaşamın hangi taşını kaldırsak, altında o. “Mağdur ve mağlup yanları” ile kuşatılmış bir toplum ve bireylerin, bitip tükenmez “bir çare bulma” mücadelesi! Yanından ayrılırken, B. Göçmen, “Yapılacak iş değil, gazetenizde bana göre iş yok mu” demişti. Belli ki baskılardan, saldırılardan habersiz. Yine de düşünmeden edemiyor insan; kahya Göçmen, bir gazetenin hangi katı ya da servisindeki, hangi trafiği düzenleyebilir?