Başkanlık Sistemi ve "İkinci Değişim"

Mehmet Oğuz

Başbakan Süleyman Demirel’in deyimleşen ve hem kendisinin hem diğer siyasi partilerin hem de kamuoyunun yanlış anladığı sözlerinden biri de muhalefetin eleştirilerini yanıtlarken sıkça başvurduğu, “bu kumaştan bu elbise çıkar” sözüdür. Demirel, bu sözlerle Türkiye’nin ekonomik imkanlarına, askeri darbelere, kültürel yapı itibarıyla Avrupa’ya entegrasyonda karşılaşılan güçlüklere ve o hiç bitmeyen “Türk düşmanları”nun karşı çabalarına gündeme yapar.

Oysa dar gelen kumaş, aslında siyasi sistemdir.

Çünkü, Türkiye’de burjuva demokrasinin faşit yönünün faal olduğu, kazanılmamış ve bölük pörçük bir sistemin egemenliği yaşanıyor. Bu sistem, başta anayasa olmak üzere tüm yasal düzenlemelerde vurgu yapılan parlamenter demokrasi değildir. Neden değildir?

Parlamenter demokratik sistemde,

  1. Bir parlamento vardır ve bu parlamento toplumu “genellikle” temsil eder durumdadır.

Türkiye’de parlamento, ülkeyi bazen Milli Güvenlik Kurulu ile birlikte, bazen de cuntayla nöbetleşe yönelttiği ve başkaca tercih şansı olmadığı için, toplumu “genellikle” temsil edemez durumdadır.

  1. Bir devlet başkanı vardır ama oldukça “yetkisiz”dir.

Özal’ın şahsında Cumhurbaşkanı’na “yetkisiz” demek, siyasi bir münasebetsizlik olur.

  1. Hükümet, parlamentodaki çoğunluğa dayalı bir kurumdur. Hükümet, parlamentonun bütünlüğü önünde sorumludur. Hesap vermezse, parlamento tarafından düşürülür.

TBMM’de gurubu bulunan muhalif siyasi partiler, neredeyse hiçbir dönemde hükümeti düşürecek çoğunluğa ulaşamamışlardır. Bu bir... İkincisi, partiler arasında ideolojik farklılık olmadığı için, iktidar partisi ya da partileri, muhalefete “bahşiş” de bırakarak hesap vermiştir. Şimdi Demirel’le birlikte aynı sözü tekrarlayabiliriz: Bu kumaştan bu elbise çıkar! Demirel’in talihsizliklerinin en büyüğü, kumaşı hep kendi hafif topluca bedenine göre ölçmesi ve Altınyıldız’dan başka kuş tanımamasıdır.

Binaenaleyh Demirel, çare olmasa da temsil ettiği kesimlerin hükümranlığını bir süre daha devam ettirecek ıslah politikalarına uzaktır.

Hayli uzaktır. Bu yüzden gidicidir!..

Ya Özal?

“İkinci Değişim”in Hikmeti

Cumhurbaşkanı Turgut Özal ise dünyadaki altüst oluşun yanı sıra özellikle Kürt hareketinin gelişip, Türkiye’nin en önemli sorunu haline gelmesiyle birlikte, değişim ihtiyacını kısmen de olsa hissetmiştir.

“Parlamento ve siyasi sistem, halkın gerisinde kalmıştır. Bu konuda yeniden yapılanmaya ihtiyaç vardır. Başkanlık sistemi tartışmalıdır.”

Özal, “İkinci Değişim Programı”nı kendi kelimeleriyle bu şekilde özetlerken, 16 Ekim tarihinde Marmara Kulübü Toplantısı’ndaki konuşmasının ardından kendisine yöneltilen soruları yanıtlarken de Türkiye’nin ‘başkanlık sistemi’ne ihtiyaç duyduğunu şöyle gerekçelendirdi:

“ABD ve Güney Amerika ülkeleri, umumiyetle başkanlık sistemine sahip. Nedendir acaba diye baktım. Bu tarafta BDT de öyle oldu. Hatta Uzak Doğu’da da var. Zannediyorum sebeplerden birtanesi, belki de en önemlisi, bu toplumlar etnik olarak biraz daha geniş tabanlı toplumlardır. ABD, çok çeşitli insanların geldiği bir toplumdur. BDT ülkeleri de öyle, içerisinde çok çeşitli halklar var. Demek ki böyle bir hususiyet var.”

Özal, görüldüğü üzere, sözüm ona “parlamenter demokrasi”nin artık Türkiye’yi idare etmeye yetmeyeceğini görmesi gibi, Kürt sorununun adil olmayan fakat “kalıcı çözümü” için, federasyonu da beraberinde getirecek olan ‘başkanlık sistemi’ni de sıkça telaffuz ederek Demirel’in, “bu kumaştan bu elbise çıkar” saptamasına “çözüm” önerisi getirmekle bir adım daha öne geçiyor.

Yani Özal, faşist yönü ağır basan arabesk demokratik düzenin kendi iç mantığı içerisinde Demirel’den daha ileridedir. Çünkü, söz konusu sistemin yavaş işlediğini ve Türkiye’ye uymadığını ifade etmenin yanında, değişime de işaret etmektedir.

Peki, başkanlık kumaşı başta Kürt sorunu olmak üzere, Türkiye’nin sorunlarını örtmeye yetecek mi?

Başkanlık Sistemi ve Türkiye

Yasama ve Yürütme’nin kesin olarak birbirinden ayrıldığı güçler ayrılığı ilkesine dayanan ABD Başkanlık Sistemi’nde Yürütme yetkisi, ‘başkan’dadır. Aslında, anayasal bakımdan kongre üzerinde yetkili olmayan başkan, bu açığını, Kongre’ye “mesaj” gönderme hakkını sonuna kadar kullanarak yaptığı etkiyle kapatır.

Turgut Özal’ın ANAP’ın Akbulut ve Yılmaz dönemlerindeki iktidarında ve Olağanüstü Kongre’ye kadarki ana muhalefet sürecinde, çoğu kez klasik bir başkan kadar, hatta kimi zaman başkan’dan daha faal olarak yürütme (Bakanlar Kurulu) ve yasama (TBMM) üzerinde etkili olmuştur.

ABD siyasal yaşamı, iki partili bir rejime dayanır: Demorat Parti ve Cumhuriyetçi Parti.

Özal’ın yıllar önce söyleme gafletinde bulunduğu “iki buçuk gazete, bir buçuk parti” sözleri, bu bağlamda ilginçtir.

Daha da ilginci:

ABD: Bu iki parti de (Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat Parti), kapitalizm sürdürülmesi konusunda anlaşılmıştır. Bir üçüncü partiye, seçim sistemi itibarıyla iktidara alternatif olma şansı yoktur. Demokrat Parti daha çok sendikalardan ve kuzeyli zencilerden oy alırken, Cumhuriyetçi Parti ise, daha çok tarımsal bölgelerin oylarına dayanır.

TÜRKİYE: Bu iki parti de (Bugün DYP ve SHP), kapitalizmin (Buna Türkiye’nin koşullarını göz önüne alarak Olağanüstü Hal’i ABD güdümlü, işkenceyi ve üniter devlet ilkesini ekleyebiliriz) sürdürülmesi konusunda anlaşmıştır. SHP, daha çok sendikalardan ve sendikalı-sendikasız çalışan kesimlerden (Türkiye’nin Kuzeyli Zencileri olan Kürtler artık oy vermiyor) oy alırken DYP ise, daha çok tarımsal bölgelerin oylarına dayanır.

Bunlardan da anlaşılacağı üzere, Türkiye’deki yönetim şekli ‘başkanlık sistemi’ne pek uzak değildir. Dolayısıyla, Türkiye’deki faşist yönü ağır basan arabesk demokratik düzenden öteye, faşist yönü ağır basan ve ‘başkanlık sistemi’nden alıntılarda yapan bir arabesk demokratik düzen’den söz edebiliriz.

Buraya kadar Özal’a katılıyoruz...

Federasyon ve Parti İçi Disiplin

Ancak, buradan sonra katılmıyoruz!

Çünkü, Özal, tanımını hem ulusal hem evrensel ölçekte “büyük” olarak bulan sorunların çözümü için, değişim kategorisi içerisinde yer alan (Düzen içi bir çözümdür. Sorun ise, düzenden kaynaklanıyor) Başkanlık Sistemi’ni önermektedir.

Diğer yandan, Özal’ın yaklaşımı, kendi iç mantığı içerisinde de tutarlılıktan yoksundur.

  1. Özal, “federasyon” derken, bu ihtiyacı ortaya çıkaran ve Kürt sorununu dünya gündeminin ilk sıralarına getiren Türkiye kaynaklı Kürt hareketini mütemadiyen “terörist” olarak tanımlamakta ve bu hareketin kaynağı olan Trkiye Kürdistanı’nı, federatif yapının dışında tutmaktadır. Özal’ın kafasındaki Kürt eyaleti, yüksek “adaptasyon kabiliyetleri” uluslararası şöhrete ulaşmış Talabani Barzani önderlikli Güney Kürdistan’dır. Ve bu eyaletin Türkiye Kürdistanı’na doğru genişlemesini önlemek için de “Doğu e Gündeydoğu’dan göç”ü “önermekte”dir.
  2. Başkanlık Sistemi’nde, “Parlamenter demokrasi”nin iyi işleyebilmesi için getirdiği ve parti grubu kararının tüm milletvekillerini bağladığı parti içi disiplin ilkesi yoktur. Bir Demokrat Parti’li, Cumhuriyetçi Parti’nin önerilerine rahatlıkla olumlu oy verebilir.

Ama Türkiye’de, “Vatanın, devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” hariç, hir milletvekili diğer bir parti ile birlikte hareket etmesin, ne şerefsizliği kalır, ne namussuzluğu ne de vatan hainliği!..

  1. Sistemlerin iyi kötü işlediği tüm ülkelerde sistemler, savaşla kazanılmıştır. ABD’ye ‘başkanlık sistemi’, kolonilerin İngiltere’ye başkaldırıp savaşmasıyla gelmiştir. Yani söz konusu ülkelerde demokrasi, gelenek niteliğindedir. Türkiye’de ise “demokrasi” tepeden inmeci bir şekilde, feodal düzenin üzerine “zor”la inşa edilmiştir.
  2. Diyelim ki ‘başkanlık sistemi’ gerçekten Türkiye’nin sorunlarını çözecek bir sistemdir ve yapısı itibarıyla Türkiye’ye uyarlanabilir. Bu durumda da Özal, oldukça önemli bir engelle daha karşılaşacaktır. Bu konuda anayasayı değiştirecek çoğunluk...

Özal’ın bu çoğunluğa ulaşabilmesi için, kendisiyle hareket eden 18 milletvekilini 16’yla çarpması gerekir: Keçeciler X 16, Keçeciler X 16...

Öte yandan, daha önce Özal’ın ‘başkanlık sistemi’ önerisini destekleyen ANAP’lılar da şimdi farklı düşünüyor. Konuyu, ANAP Genel Başkan Yardımcısı Şadan Tuzcu ve Genel Başkan Danışmanı Yaşar Okuyan’la konuştuk. Düşünceleri şöyle:

Tuzcu: Özal federasyon diyor, başkanlık sistemi diyor. Bunları nasıl ve hangi güçle yapacak? Bir defa Özal, ANAP’ta var olan bu şansını kaybetti. İkincisi Kuzey Irak’ı Türkiye’ye bağlamak istediğini dolaylı yollardan anlatıyor. Bu, üniter devleti yıkmak olur. Böyle bir konuda biz kendisine kesinlikle destek olmayız.

Okuyan: Özal, milletvekillerini ANAP’tan ayırmadan önce her dört vatandaşın üçünden tepki aldığı zaman ya da eleştirildiği zaman, bu dörtte birlik kısım kendisini savunuyordu. Şimdi Özal bu desteğini de yitirdi. Özal, kuracağı partinin başına geçmezse, bunlar hiçbir şey yapamaz. Geçse de ancak yüzde 4’lük bir oy elde edebilir. Bu da yapmak istediği şeyler (başkanlık sistemi) için yeterli değildir.

Netice itibariyla Demirel gibi Özal da gidicidir!.. Ama yine de Demirel’in bir adım ilerisindedir. Ocak 1993 itibarıyla Bill Clinton’un Ankara’ya yansıması Turgut Özal, George Bush’un Ankara’ya yansıması da Süleyman Demirel’dir.

Son tahlilde;

Olay, ABD’de bir seçim kampanyası sırasında yaşanıyor. Cumhuriyetçi’lerin adayı kürsüde son sürat “ülkeye ve dünyaya ekmek, barış ve demokrasi” getirirken, kürsünün hemen dibinde elindeki şarap şişesinden sık sık fırt çeken yaşı ayyaş, “atma eşşoğlusu!.. Palavra bunlar, palavra!... Bunları çok duyduk. Cumhuriyetçi değil misiniz!..” deyip duruyor...

Adam dur durak bilmiyor:

“Bunlara güvenmeyin! Dedem demokrattı, babam demokrattı, ben de demokratım!..”

Zaten sabrının son sınırına gelen Cumhuriyetçi aday, ayyaşın bu sözlerinden sonra kafasından “tam da taşı gediğine koymanın sırası” deyip atlıyor:

“Peki deden ve baban eşşek olsaydı, sen ne olurdun?”

Yaşlı ayyaş, hiç tereddüt etmeden yanıtlıyor:

“Cumhuriyetçi!..”