Avrupalı bir centilmen, bir Kürt Musa Anter

Yurda Kaya*

Yıl 1969- 20 Temmuz… Erzurum garından trene bindik. Son durak Haydarpaşa… İstanbul’a ilk gelişim… Bizi Haydarpaşa Garı’nda Anter ailesi karşılıyor. Eşimle beraber valizlerimizi alıp bir taksiye binmek için bakınıyoruz. Karşıma gördüğüm 15-16 yaşlarındaki genç çocuk Dicle Anter, Musa Anter’in küçük oğlu. Bizi çok candan karşılıyor… Suadiye’de Emin Ali Paşa caddesinin üzerindeki en güzel köşklerden birindeyiz. Musa ağabey ile ilk karşılaşmamız… Uzun boylu, saçları platin renginde, yüzünden sevgi ve güzellik akan bir insan. Çok nazik ve misafirperver… Eşi Hale abla da öyle, ondan bir farkı yok. Önce ellerini öpüyorum, sonra kucaklaşıyoruz. Çok candanlar…

Çok kısa zamanda Musa ağabey ile aramızda öylesine güçlü bir dostluk ve sevgi bağı oluştu ki o benim ikinci babam oldu. Salonunda Japon ve Çin konsolosluklarından hediye edilen sedef kakmalı ve ince dantel gibi oymalı siyah renkli dolaplar, güzel sehpalar, kadife perdeler, halılar ve çok nadide antika eşyalar olan bu evin, diğer bir özelliği de, bahçeye açılan arka kapısı. Bu kapı aynı zamanda mutfaktan geçiyor. Sürekli geleni gideni olan bir ev. Sanki Kürdistan Konsolosluğu. Bunu yıllar sonra bir gazetedeki MİT raporlarında okuduğumda çok güldüm. Herkese yemek. Çok güzel yemekler pişiriyor. Bulgur pilavı baş köşede. Eve kimler gelmiyor ki… Mübalağasız her gün köşkün bahçesinde kocaman bir yemek masası açılıyor. Gelenler arasında bir İngiliz kontes de var. Musa ağabey ile hayli içki içiyorlar, adeta yarıştılar. Sonra kendi elleri ile hazırladığı içli köfteleri ikram ediyor misafirlerine. İçli köfteyi ilk kez bu evde tanıyorum. Çok güzel Kürtçe konuşuyor… Sürekli olarak Kürt tarihinden, aile yapısından ve geleneklerinden söz ediyoruz… Çok sevdiğim babamız yokluğunu bana unutturdu… Babamla 1970 yıllarında onu ziyarete gittiğinde Diyarbakır Cezaevi’nde tanışıyorlar.

Temmuz… Yaz sıcağı… Suadiye Plajı’na gidiyoruz. Musa ağabey, Hale abla, ben, eşim, yol boyu sohbet ediyoruz. Güneşlenirken ve geceleri yemekten sonra şezlonglara geçip geç saatlere kadar oturuyoruz… O günleri unutmak mümkün değil!

Ben örgü örüyorum, yünlerimi o yumak yapıyor. Çay faslımız hiç bitmiyor… Bir bakıyorum mutfakta elinde porselen bir tabakta kuru yemiş ikram ediyor… Cevizli sucuk, armut ve incir kurusu. Çok değişik şeyler…

Çok zeki insan, gözünden hiçbir şey kaçmıyor. Kürt, fakat aynı zamanda bir Avrupalı centilmen; sevgi ve şefkat dolu… Tüm insanları seviyor, bütün gelinlerini. Fakat beni biraz daha çok seviyor. Kürt olmak onun için apayrı bir şey.

Bir de köpeği var; İrma, kocaman, at kadar büyük, siyah bir köpek. Ayaklarındaki sıyrıkları pansuman ediyor. Onda hayvan sevgisi de gelişmiş. Peygamber yürekli, güzel bir insan!..

O derdi ki, “sevginizi bir çatı altında inhisar etmeyin, etrafınıza dağıtın.” Bu sözünü yaşamı boyu uyguladı. Sabahın erken saatlerinde başlayan ve gece yarılarına kadar gelen misafirlerin çoğu tanınmış aydın kişilerdi. Ve bütün bu sohbetlerde ondan çok şey öğreniyordum. Kürtler hakkında çok şey biliyordu. Çocukları çok seviyor, onlarla bire arkadaş gibi konuşurdu. Çok sakindi… Sinirlendiği zaman tam sinirlenirdi. Hep güler yüzlü gördüm onu… Hep nüktedan… Bazen Hale ablaya takılır, bana bakarak, “yavru kuşuma bakma, Anter’in eşi burada yok tabi iki sana kayınvalidelik yapacak” derdi. Hepimizi güldürürdü.

Hep güzel şeylerden söz ettim, elimde değil! Sanki hala o günleri yaşıyor gibiyim. Oysa ki gerçek çok acı. Yıl 1992, 20 Eylül… Yaş 74…. Beyaz saçları, dal gibi boyu ve hiç bükülmemiş beli dimdik ayakta… Onurlu bir yaşamın ışığı var yüzünde… Bilge kişi… Demokrasi ve insanlık savaşını susmaksızın yürüten büyük insan. Babamız, bana çok emeği geçen, Kürt halkının yılmayan demokrasi savaşçısı, seni alçakça katlettiler. O pırıl pırıl düşüncelerle dolu güzel kafana ateş ettiler. Bilmeliler ki senin güzel düşüncelerini öldüremediler… Onları senden bizlere aktardılar, ölümsüzleştirdiler!

Seni nasıl düşünüyorum biliyor musun? Penceremden sızan bir ışık huzmesi, bir umut, bir özgürlük düşü gibi. Güzel sohbetini daha şimdiden özledik; seni artık göremeyeceğiz. Seninle yüz yüze konuşamayacağız; ama bilmelisin ki aramızdasın…

Yüreğimizdeki ses, beynimizdeki düşünce ve gözlerimizdeki ışıksın. Seni unutmak mümkün değil! Sevgili baba.

Sofrandaki lokmanı çevrenle paylaşır; kendin yemez yedirir, giymez yoksul insanlara giydirirdin. Yaşamımız o kadar onurlu ve pürüzsüzdü ki, onu anlatmak için kelimeler yetmiyor. Ve sen ölürken bir kat daha yüceldin! Seni katleden eller yok olmalı… Ben bu satırları yazarken sen doğum yerin olan Mardin-Nusaybin ilçesi Zivinge köyünün kucağında başını toprağına dayayarak ebedi uykuna daldın. Belki gözlerini kapadın; ama yeryüzündeki ışık hiç sönmedi. Yüzünden toprağına, toprağından insanına yansıyor… Yepyeni bir ışık… Çok yakın ve aydınlık!

Artık karanlıkların biteceğini umut ediyorum. Aydınlık ve özgür bir dünyada yaşamalı tüm insanlık. Hiç kimse derisinin renginden dininden, dilinden dolayı aşağılanmamalı, insanlar hangi dilden, hangi dinden ve hangi ırktan olursa olsunlar, başları dimdik, özgürce ben buyum diyebilmeliler. Kimseye zorla başka renk gömlekler giydirilmesin. Herkes gömleğinin rengini biliyor.

Seni de bu demokrasi ve insanlık savaşında kaybetmenin acısı kaç gündür yüreğimi sızlatıyor… Gözyaşlarımı tutamıyorum. Fakat her şeye rağmen gülen yüzün ve ışık saçan gözlerinle hep yanı başımda dolaşıyorsun. En son Özgür Gündem’in kokteylinde beraberdik. Siyah smokinler içinde yüzyıllık çınar ağaçlarına meydan okurcasına dinç ve coşkulu idin.

Etrafın gazetecilerle doluydu. Ragıp Duran kahkahalarla gülüyordu anlattıklarına. Ne güzel bir geceydi o!

Şimdi o geceden yalnız resimlerin var elimde. Yakışıklı bir Yunan bilginini andırıyorsun, çocuklarım Fransızlar’a benzetiyor.

Ama ben diyorum ki, çok akıllı ve bilinçli bir Kürttür! Kürtlerin babasıydı…

Sana gelmek istiyorum. Uçaklarda bilet bulmak çok zor, Güneydoğu’ya giden uçaklar artık asker taşıyor. Ama söz veriyorum geleceğim! Güzel ellerinden öpmeye, toprağına yüz sürmeye… Bizden sana yürekler dolusu sevgi ve saygı ile!

“Tu şehide me gele Kûrd’ane azizi!

Em gişkê ben rüye xe bıdın xakiya te

Axa, te ne sare tu we baş zanıbeki her tım

Ewina te mezine dile me da ye”

  • Yurda Kaya, Gazetemizin sahibi Yaşar Kaya’nın eşidir. Apê Musa’ya en yakın kişiydi.