Yok edilmiş bir halk cevheri: Enver Gökçe

Nihat Behram

“Hey benim kara sevdam kalleş kaderim!”

Shakespeare, “Belki kaderimi değiştiremem, fakat aklıma yatmayan şeylere de boyun eğecek değilim” demişti.” Akla yatmayan şeylere boyun eğmemek “kader” diye nitelenen şeye başkaldırının kendisidir zaten. Enver Gökçe’nin acılar denizi olan hayatını düşünürken hep bu söz dolaştı içimde: “Hey benim kara sevdam, kalleş kederim!”

E. Gökçe yazık ki yok edilmiş bir halk cevheridir. Şiir dolu yüreği açmadan soldurulmuş bir çiçek gibidir. Meyveye duracakken yolunmuş bir tomurcuk gibidir. Zehirlenmiş bir akarsu, ana rahminde öldürülmüş bir çocuk gibidir. Bala durmuş bir kovanın arıları nasıl dağıtılmışsa öylece ziyan edilmiştir bu halk cevheri.

Bir düzen ki halkı pazarlamış satıyor: yeraltı, yer üstü zenginliklerini pazarlamış satıyor... Aynı günlerde Gökçe’nin düşünmesi, duygulanması, konuşması yasaklanmış.

Bir düzen ki köylüsünü, işçisini, gençliğini kırbaç altında tutuyor. Aynı günlerde Gökçe’yi de hücreye koymuşlar, zincirlere vurmuşlar.

Bir düzen ki ahtapot gibi kollarıyla halkın kanını emiyor. Aynı günlerde Gökçe’yi de bir dilim ekmeğe muhtaç etmişler.

İlk gençlik günlerinden, düşkünler evinde yoksulluk içinde öldüğü güne dek hayatının her anında teniyle, yüreğiyle, acılarına ortak olmuş halkının. Yani kara sevdası kalleş kaderi olmuş.

Enver Gökçe her şeyden önce onurlu bir hayat mirası bıraktı geriye. Acının iğnesi ipliğiyle dokunmuş onurlu bir hayat. Bıraktığı şiirler, bir elin parmakları, bir kitapçığın sayfalarıyla sayılacak denli az. Az fakat her satırında yaşadığı acı denizinin destanı gizlidir. Her satırı halkına duyduğu kara sevdanın ışığıyla yazılmıştır. Her satırı kalleş kaderine başkaldırının hıncıyla yazılmıştır. E. Gökçe’nin şiirleri, katliamdan kurtulmuş bir çocuk gibidir. Her şeyi anlatan bakışlarıyla usul usul büyür. Hıncını, öfkesini büyütür. Hesap sorulsun diye büyütür.

Gökçe’nin halkına ve halkının kültürüne olan derin tutkusu, halkının acılarına duyduğu öfkeyle pekişti. Bu birlikten Gökçe şiiri doğdu.

Gökçe’nin şiiri bir halk danteli gibidir. Gökçe şiirine dantel gibi işlediği memleketini, en ince güzelliklerine, en ince özelliklerine dek tanıyordu: “Böğürtlen/ Köklerinden/ Yayla/ Çiçeklerinden/ Ve de/ Yarpuzlardan/ Pırıl Pırıl/ Cam/ gibi/ Serin/ Sulardan/ doğar/ Çemişkezek/ Suyu”

Derin inceliklerine dek soluduğu bu tanışmayı, o doğanın üstündeki insanlarla olan tanışmayla pekiştirmişti. “Ve/ Yamada/ Allı/ Pullu/ Beyaz/ Peştemallı/ Başörtülü/ Üç/ Etekli/ Kadınlar/ Kimi/ Göbek/ Toplar/ Kimi/ Madımak7 Ve/ Keban/ İle/ Elazığ’ın/ Arası/ Un/ Uçmaz/ Kepek/ Kaçmaz/ Viraneler/ Var”

Halkıyla bu tanışması sıradan bir tanışma değildi. Onun görüntülerini acı gerçeğiyle betimliyordu: “Sırtımda/ Alaca/ Mintan/ Boynumda/ Yazma/ Afilli/ Kasketim/ Düşmüş/ Yere/ Ayağımda/ Soğuk/ Kuyu/ Lastiği/ Boynu/ Buruk/ Kalmışım/ Böyle/ Ah/ Len/ Ah.” Ve bu sentezi, toplumcu gerçekçi sanat anlayışının ölçüleriyle, bilincin danteline işliyordu: “Anamız birdir, aynı memeden emmiş dostlar./ Kan kardeşiz, sizlere kanım kaynıyor dostlar./ Sizlerle beraber heerk ettim toprağı./ Beraber yattık hapiste, beraber tezkere aldık/ Ve maniler yaktık hasret için:/ Gülmediysek de boş verdik beraber.../ Halay mı çekmedik kol kola/ Horon mu tepmedik diz dize./ Cepken mi vermedik rüzgara?/ Koyun koyuna yattık toprak duvarlarda/ Sıtmayla/ Sığırla/ Duvarlarla../ Daha da yatarız dostlarım daha da../ Gün gelirse eğer/ Halay söyler, türkü söyler gibi yan yana/ Mavzer mavzere verip de/ Düşmana kurşun da atarız./ Sizlere kanım kaynıyor, yabancı değilsiniz bana.”

Halkı, her ulustan, her inançtan insanlar bütünlüğü içinde tanıyordu. Gökçe’nin halk olgusuna bakışındaki bu boyutun örneği, Türki sanat dünyasında çok azdır: “Ve/ Kürtler/ Aleviler/ Çingeneler/ Yaşar/ Toprak/ Damlar/ Ve / Çadırlarda.. Küllü/ Topraksız/ Külli/ Arkasız/ Ve/ Horlanmış.”

Duygu, düşünce ve gözlemleriyle, doğasıyla, yaşamıyla, ulus ve inanç farklarıyla tanışı olduğu halkı işlerken, sanatının çıkış noktasını da zengin halk kültürünün kaynağından alıyor, bu kaynağın damarlarından besliyordu. Halk efsaneleri, masalları, türküleri, manileri, Gökçe şiirinin rengini, tadını veriyordu: “Zaman akar, zaman geçer/ Zaman zindan içinde;/ Biz mapusta gürül gürül yatardık/ Yılan çıyan içinde./ Getirdiler ite kaka bir yiğit,/ Ayak çıplak/ Ak bir mintan içinde./ Zaman zaman içinde/ Işık duman içinde..”

Halk masallarının, ‘masal başlangıcı’ ölçülerine göre yazılmış bu şiirde, görünen biçim, yani halk kültüründen esinlenme, Gökçe’nin tüm şiirlerinde değişik tadlarla kendini hissettirir. Bu biçimin özüne işlediği devrimci düşünce, halkın güncel acılarından, çağsal boyutlara kadar bir yelpaze oluşturur: “Kore dağlarında tabakam kaldı.”

“Bayburt dağlarında mendilim kaldı” türküsüne acısını işleyen bir halka, Gökçe’nin şiirindeki öz, hiç de yabancı değildir. Bilir, duyar ne söylemek istediğini.

Sevgisiyle, sevdasıyla, acısıyla halk denizine savrulmuş, o denizin bir parçası olmuş Gökçe, daha ilk gençlik günlerinden başlayarak, öldüğü güne dek, sonu gelmez baskılara hedef oldu. Ve tüm zorlukları arasında, kültür adına, değeri çok sonraları ancak anlaşılabilecek çalışmalar yapıyordu. Çağımızın en engin şairlerinden Pablo Neruda’yı, Türkçe’ye 1960’ta ilk kez Gökçe çevirmişti. Neruda’dan yapılmış en güzel çevirilerdir. Büyükkent sanat dükalığında gizemciliğin, karamsarlığın, soyutluğun, egemen olduğu bir dönemde, şiir dünyamıza Neruda’yı çağırmıştır. Gününde, bu çabaları da görmezden gelinmiştir.

Binbir acıya e zorluğa gedef olması yetmiyormuş gibi, bir de horlanıyordu:

“Dövülmüşüm, Söğülmüşüm/ Koğulmuş./ Siktir çekilmişim yani/ Kendi öz yurdumda./ Bir meri keklik gibi/ Çeker giderim/.”

Ölümünden kısa bir süre önce yayımladı bu şiirini. Eylül darbecilerinin, bir ucundan bir ucuna Anadolu’yu kana buladıkları günlerde, 19 Kasım 1981’de bir düşkünler yurdunda, acılarına sarınarak sessizce ayrıldı aramızdan.

Her birinde yüreğinin gürültüsü, onurlu bir hayatın gürültüsü duyulan şiirlerini bıraktı halkına.

Yaşadığı acı hayat nedeniyle, halkına armağan edebileceği zenginliğin çok azını başarabildi. Yıkılıp yakılmış ormanların, talan edilip peşkeş çekilmiş madenlerin, işkencelerin, katliamların, sömürünün, soygunun, ayrı düşürülmüş sevdaların, darağacının, gurbetin, zindanın hesabıyla birlikte, Gökçe’nin hesabı da sorulmalıdır.

O bir de bu mirası bıraktı halkına:

“Bir mermi de benden aslanım/ Bir mermi de benden/ Bir mermi de benden/ Zafer topları, mübarek namlular!”

Halkı için düşünen beyin, çarpan yüreklerin yanı başında. Gökçe her zaman soluyacak...