Fuat Bulut
Çalışmak üzere geçici olarak İstanbul’a gelen ve çoğunluğu Kürtlerden oluşan insanların iş beklediği işçi pazarları, işverenler için ucuz iş gücü sağlıyor. Avcılar Lades Pastanesi karşısında her sabah iş bekleyen işçiler, bulundukları yerlerde iş olanakları olmadığı için İstanbul’a geldiklerini ancak, bu pazarlarda da çok zor şartlar altında çalıştıklarını belirtiyor. İş güvencesinin olmadığı bir ortamda adeta bir “Köle pazarında” yaşam mücadelesi verdiklerini söylüyorlar. İşçi pazarındaki Kürt işçiler ise, diğer işçilerden farklı olarak kendilerini Kürt oldukları için iş verilmediğini ifade ediyor.
Çalışmak üzere geçici olarak İstanbul’a gelen ve çoğunluğu Kürtlerden oluşan insanların iş beklediği işçi pazarları, işverenler için ucuz iş gücü sağlıyor. İşçi pazarındaki işçiler, bulundukları yerlerde iş olanakları olmadığı için İstanbul’a geldiklerini ancak, bu pazarlarda da çok zor şartlar altında çalıştıklarını belirtiyor. İşçiler, iş güvencesinin olmadığı bir ortamda adeta bir “Köle pazarında” yaşam mücadelesi verdiklerini söylüyorlar. İşçi pazarındaki Kürt işçiler ise, diğer işçilerden farklı olarak kendilerine Kürt oldukları için iş verilmediğini ifade ediyor.
Karslı İbrahim Öztürk, “Kars’ta çalışabileceğim iş yoktu. Bunun için İstanbul’a gelerek çalışmak istedim” diye konuşurken, Erzurumlu Süleyman Gürbüz, memleketinde bulunan ortamın, şu anki çalışma ortamından daha iyi olduğunu ve İstanbul’da çalışabilmek için ücret pazarlığı konusunda, işveren ile işçi arasında para rekabetinin bulunduğunu söyledi. Avcılar Lades Pastanesi karşısında her sabah erken saatlerde iş bekleyen işçilerle günlük hayatları ve sorunları üzerine konuştuk.
Sosyal güvencesini sağlamak amacıyla Kars’tan İstanbul’a çalışmak için göç eden İbrahim Öztürk (27), hiçbir sosyal güvencesinin bulunmadığını belirterek, “Ama burası Kars’ta bulunan ortamdan daha kötü. Burası sanki köle pazarı, burada satılıyoruz. İşçinin iş güvencesi yok” dedi. Doğulu olmanın da sorun yarattığını söyleyen Öztürk, “İstanbul’da işe alınabilmek için Doğulu olmamak lazım. Burada bir fabrika kapısına gidersen Diyarbakır, Kars, Tunceli, Ağrılı yani kısacası Doğulu olduğun zaman bütün kapılar kapanıyor. Neden? Biz insan değil miyiz?” diye konuştu. Öztürk, devletin özellikle Doğu bölgelerine daha önceden yatırım yapmadığı için bugün bu sorunların yaşadığını ve bunlara en kısa zamanda el atılmadığı takdirde de sorunların daha büyük boyutlara ulaşacağını söyledi.
Karslı, 6 çocuk babası Muzaffer Gümüş (39) ise 16 yaşından bu yana İstanbul’a gelip gittiğini ve arada geçen 23 yıllık süre içinde halen bir iş sahibi olamadığını söyledi. Gümüş, “Ben çalıştığım bu 23 yıllık zamanı kömür taşıyarak, inşaatlarda çalışarak, lağımları temizleyerek ve her türlü hamallığı yaparak geçirdim” dedi.
Geldiği günden beri hep zorluklar ve baskılarla karşılaştığını ve Kürt oldukları için işveren ile vatandaşların kendilerine düşman gözüyle baktığını öne süren, Erzurumlu Süleyman Gürbüz (29) de şöyle konuştu:
“Ailemin geçim sıkıntısından dolayı 1978 yılında İstanbul’a geldim. Geldiğim zamanlar babam çobanlık ve ırgatlık yapıyor, fakat geliri 13 kişilik bir aileye yetmiyordu. Ben de çalışmak için İstanbul’a geldim. Şu an evli 2 çocuk babasıyım. Kirada oturuyorum. Sabahları Avcılar’da bulunan Lades Pastanesi’nin karşı kaldırımında, yani işçi durağında iş için akşama kadar bekliyorum. Kaldığım bu süre içinde günlük kazancım ya 50 ya da 60 bin oluyor ya da olmuyor. Bu parayla geçinemiyoruz. Sabah buraya geldiğimde 3 poğaça yiyorum, akşama kadar başka yemek yemiyorum. Akşam da bir çorbamı içip yatıyorum.” Gürbüz, Doğulu olmasının hor görülmesine ve iş bulamamasına neden olduğunu da kaybederek “İbrahim arkadaşımın söylediği gibi burada çalışmak içi Doğulu olmamak lazım. Olduğun zaman aç kalırsın” dedi. “Örneğin bir fabrikada çalıştığın zaman o fabrikada bulunan İstanbullu işçiler bize düşmanmış gibi bakıyorlar, bizi hor görüyorlar” şeklinde konuşan Gürbüz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Oysa bizim kendilerine duyduğumuz saygıyı bilmiyorlar. Bizi ikinci sınıf vatandaşmış gibi görüyorlar. Biz de insanız, unutmasınlar! Halbuki, bu topraklar eskiden babalarımızın, dedelerimizin, atalarımızın kanlarıyla alınmıştır. Devlet, yani TC, yıllardır aynı topraklarda yaşayan insanları birbirine düşman etmiş durumda. Nasıl ki bir ailede 2 kardeş birbirine düşman ise, bu da onun gibi bir şey. Buna başka bir örnek verecek olursak, bizim kaldığımız yerde zengin aile çocukları yoldan geçiyor, bize ters ters bakıp, ‘nedir bu pislikler, vahşi ve pasaklılar’ diye konuşuyorlar. Ekmek parası arayan bir kişiye söylenen söz tabii ki insanın zoruna gider. Ama biz değil de başka biri olsaydı yine söylememeleri lazımdı. Biz yine de kendilerine saygı gösteriyoruz. Adam ise o saygıyı ezip geçiyor.”
Devletin kendilerine bir hak tanıması ve kendilerine yardım elini uzatması halinde kendisi gibi binlerce işçinin sorunlarının ortadan kalkacağını belirten Süleyman Gürbüz, fabrikalarda iş bulamadıklarını ve mecburen inşaatlarda çalışmak zorunda kaldıklarını söyledi. Gürbüz, pazarın gündelik işleyişini de örnekleyerek, sorunlarını şöyle aktardı: “Bazı inşaat sahipleri işçi almak için kamyonlarla kaldığımız yere geliyorlar. Geldikleri zaman da 30-40 kişi arasında yalnızca 4 veya 5 kişiyi seçiyor. Bunun için herkes kamyonun önüne birikerek, birbirini itip zorlamaya başlıyor. Hatta kavga edenler bile oluyor. Bu ortamda da insan ister istemez vahşileşiyor. Tabii kendi nefsini korumak zordur. Örneğin bir işveren 100 kişi arasında beni seçerse ben soruyorum. ‘Ne iş var?’ Adam ‘Kömür var. Ne kadara taşırsın’ diyor. Ben ne kadar olduğunu öğrendikten sonra 100 diyorum. Kendisi ‘100 bin lira çok değil mi? Bu parayı nerden bulayım yahu?’ diyor. Ama görüyoruz ki, adam 100 bin lirayı çocuğuna harçlık olarak veriyor. İnanın çalışa çalışa gücüm kalmadı. 29 yaşındayım nerdeyse 45 yaşını gösteriyorum. Param yok üzerime kışlık bir giysi alayım, bir ayakkabı alayım. Bunlar olmadığı zaman soğuktan donacak gibi oluyorum. O zaman da ölmek istiyorum. Ama arkamda ailem var. Namusum ve şerefim için çalışmak zorundayım.”