Ertuğrul Kürkçü
SSCB ve Doğu Avrupa’nın çöküşünün ardından kapitalizmin yeniden dünya egemenliğini ele geçirmesi, sanki bütün 19. Ve 20. Yüzyıllar boyunca süregiden kurtuluş mücadelelerinin de sonuna gelindiği yolunda bir yanılsama doğurmuş gibiydi.
SSCB’deki 70 yıllık “planlı ekonomi” ve “kolektif mülkiyet” deneyiminin bizzat toplumun ve devletin başında bulunanlarca sona erdirilmesi ve “insanlığın üretimin düzenlenmesi için bugüne değin piyasadan daha mükemmel bir araç keşfetmediği”nin “komünist” sıfatını taşıyanlarca ilanı dünyanın bütün sermaye sahipleriyle kapitalist ülkelerin yönetici ve ideologlarının gurur ve özgüven duygularını okşuyordu.
Ama SSCB’nin çöküşünün üzerinden henüz iki yıl bile geçmeden hava çoktan değişmiş gibi görünüyor.
***
Önce, eski “iki kutuplu” dünyanın dağılması ve “blokların çözülmesi”nin sermaye hakimiyetinin bütün küreye yayılmasının “iki sistem” arasındaki rekabetten kaynaklanan savaş tehlikesini ortadan kaldıracağı yanılsaması çöktü.
Sonunda “piyasa”ya kavuşan SSCB ve Doğu Avrupa halkları, piyasa hakimiyetinin getireceği beklenen “ebedi barış” yerine 50 yıldır unutmuş oldukları savaşla tanıştılar. Eskiden bir “tehlike” olan savaş bugün bu halkların gündelik gerçeği. Henüz nükleer silahların kullanılmıyor olması geride kalanlar için bir teselli sayılsa bile, sayıları on binleri bulan kayıplara bir kurşunla vurularak tek başlarına ölmeleriyle, binlercesi bir arada nükleer ısıyla kavrularak ölmeleri arasında insanlık açısından önemli bir fark olduğunun söylenmesi herhalde bayağı bir alaydan öteye gitmezdi.
İkinci olarak, “daha mükemmeli keşfedilmemiş” olan piyasa aracının SSCB’de “resmen” uygulanmaya sokulmasının üzerinden 5 yıl bile geçmeden eski Sovyetler Birliği halkları geçmişteki yaşam standartlarını aramaya başladı. Eski düzende geri bir teknolojik düzey ve düşük kaliteyle de olsa bütün temel maddi ve manevi gereksinimlerini çok düşük fiyatlarla ve çok kısa çalışma süreleriyle karşılayabilen insanlar yeni yeni de olsa piyasa ile yüksek teknolojinin bir araya gelmesinin işsizlik ve yoğun sömürü demek olduğunu kendi deneyimleriyle öğrenir oldu.
Üçüncüsü, ABD halkı sermayenin dünya hakimiyetinin bedelini ödemeye devam etmek yerine, ABD sermayesini kamu harcamalarını artırmak üzere içeri dönmeye zorladı ve kapitalizme en sert eleştiriler ABD’nin içinden yükselmeye başladı. ABD’de Demokratlar, bu eleştiri dalgasına yaslanarak iktidara geldiler.
***
Hızla değişen bu yeni ruh hali içinde dün karamsarlıkla sosyalizm çağının kapandığına kanaat getiren ve sermaye hakimiyetinin insanlığın ebedi var oluş biçimi olduğunu içlerine sindirmeye çalışanlar, şimdi sermaye egemenliğinin devlet mülkiyetiyle sınırlandırılmasının mümkün olduğuna dair bir iyimserliğe yelken açmış görünüyor.
Aleksandr Dubçek’in ölümü dolayısıyla neredeyse hepsi aynı kalemden çıkmışçasına gazeteleri kaplayan gözü yaşlı yorumlara bakılırsa, ABD’nin sermayeciliği ile eski SSCB’nin devletçiliği arasıdna şöyle bir “üçüncü yol” varmış: “ABD’den piyasa ve özel mülkiyet alınıyor, SSCB’den devlet mülkiyeti alınıyor, bunlar göz kararı birbirine karıştırılıp, yol döşeniyor ve üzeri hümanizm ile kaplanıyor, herkes muradına eriyor ve bu yoldan kerevete çıkılıyor.”
Dubçek’in yolunu SSCB tankları kapattığı için bu sihirli formülü Çekoslavakya’da uygulayamadığı ne kadar gerçekse, Gorbaçov’un aynı formülü uygulamak için SSCB tanklarının himayesinde bu yoldan bütün ülkesini baştan başa katettiği de bir başka gerçek.
Dubçek yapamadı diye üzülmeye gerek yok. Gorbaçov onun yapamadığı her şeyi yaptı. Eski SSCB’nin Çekoslavakya’nın bugünkü durumları bu üçüncü yoldan nereye çıkıldığını hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak denli açıkça ortaya koyuyor: Bugün ortada ne Çekoslavakya ne SSCB var! Gorbaçov ise Rusların alay konusu.
***
Sermaye egemenliği bir dünya sistemi. Her tekil ülkedeki kapitalizm bu dünya sisteminin bir türevi. SSCB ve Doğu Avrupa’daki çöküntü, sermaye egemenliğinin insanlığın tarihsel kaderi oluğunun değil; bu dünya sistemi karşısında yarım zaferler ve yarım yollarla fazla uzağa gidilemeyeceğinin bir kanıtı olabilir ancak.
Üçüncü bir yol varsa eğer, bu kapitalist piyasa ile bürokratik planlamanın ortasında geçen ve ikisinden de beter bir cehenneme varan bir çıkmaz yol değil, ister yeraltından olsun, ister yerüstünden bütün kapitalist sistemi içeriden ve dışarıdan kuşatan bir uluslararası yol şebekesi olabilir. Bu aslında “tek yol”dur.