Şükrü Kalpakçı
Yılmaz Güney’in sinemacı olarak ünlenmesinden önce sanatsal üretim alanında ilk gözağrısı yazındır. Yazın hayatına lise yıllarında başlamıştır. İlk hikayesi 1956 yılında Yeni Ufuklar dergisi Mayıs sayısında Y. Pütün olarak yazdığı “Ölüm Beni Çağırıyor” öyküsüdür. Kendisi yazın hayatına nasıl başladığını şu sözlerle anlatıyor: “Lisenin ikinci sınıfındayken okul duvar gazetesine hikayeler yazma merakı, belki bir kişilik ispatından gelen bir şey. İlk hikayemi okulda gazeteye basmadılar. Hasta olan karısını şehre getiren, parası pulu olmayan, bu yüzden doktora tavuk vermek isteyen bir köylünün öyküsüydü bu” diyen Güney, kendisini “hikayeci Yılmaz” olarak niteliyordu.
Güney’in 1961-1962 cezaevi yıllarında yazdığı ve 16 aylık çalışmanın ürünü olan “Boynu Bükük Öldüler” romanı 1972 yılında Orhan Kemal Ödülü’nü kazandı. Güney, Selimiye Cezaevinde ise Hücrem-Salpa-Sanık üçlüsünü yazdı. Bu eserlerine kısa bir değini yapacağız.
Güney’in ilk romanı olan “Boynu Bükük Öldüler”de mekan 1940-50’lerin Adana’sıdır. Buradaki ağa-tutma, ezen-ezilen, sömüren-sömürülen ilişkisini anlatır. Yaşar Kemal izleri görülen romanda, köylülerin iş koşulları, yaşama biçimleri anlatılmaktadır. Güney, romanda feodal üretim ilişkilerini bulunduğu yerin gerçekliğiyle anlatıyor. Köylülerin sınıfsal temelini ve bunun işçi sınıfının genel kurtuluşuna bağlı olduğu tezini işliyor. Köylülerin mülkiyet tutkusunu onların sınıfsal özüne bağlıyor.
Güney’in Salpa’da anlattıkları ise Gorki’nin, “Düşünsel yoksullaşmanın nedeni her zaman gerçek yaşam olaylarının gerçek anlamını kavramaktan kaçmak yani, ya yaşamdan korkulduğu için ya bencil bir rahat bırakılma isteği yüzünden ya da kapitalist devletin iğrenç anarşizminin yol açtığı toplumsal umursamazlıktan ötürü, yaşamın kendisinden kaçmaktır” sözlerini hatırlatıyor.
Oğuz Atay, kendini bulmadan toplumsal sorunlara çözüm bulmaya çalışanlarını öznel çıkarların batağında kaybolacakları inancındadır. Yılmaz Güney de devrimci mücadele içinde yer alan her işinin kendini arındırması, egemen ideolojinin vermiş olduğu ahlak değerlerinden kurtulmaya çalışması, düzenle uyuşan-uzlaşan yanları kazımaya çalışması ve devrimci mücadelenin geleceği açısından önemli olduğunu ve insanların sürekli olarak kendilerini eleştiri ve özeleştiri süzgecinden geçirmeleri gerektiğini, aydınların devrimcileşmesi sürecinde belirleyici öğrenin bilinçlenme süreçleri olduğunu vurgulamıştır.
Güney, Sanık adlı yapıtında ise aydın küçük burjuvanın kaypaklığının öyküsünü veriyor. Engels 1888 tarihinde Lafang’a yazdığı mektupta, “küçük burjuvazinin bir bütün olarak kaderi, var olduğu sürece, iki büyük sınıf arasında yalpalamaktır. Bu durumu yüzünden bir kesimi kapitalin yoğunlaşması, öteki kesimi de proletaryanın zaferi ortadan kaldıracaktır. Sonuç belirleyici günde küçük burjuva, her zamanki gibi şaşkınlaşıp kararsızlık gösterecek ve olayları kendi doğal akımına bırakacaktır. Bize böylesi gerekli değildir” diye yazmıştı.
“Sanık”ta köy kökenli mühendis olan Yaşar Yılmaz adında Dev-Genç’linin yargılanmasını gözler önüne sergiliyor. “Sanık”, özelde 12 Mart rejiminin kimi yönünü, uygulamalarını konu ediniyor. Ama amaçlanan bir eğilimin teşhiridir. Yenilgi sadece birey olarak Yaşar Yılmaz’ın değil onun kişiliğinde somutlaşan, düzenle uzlaşan, kitlelere güven duymayan aydın küçük burjuvanın yenilgisi olarak karşımıza çıkıyor.
Yılmaz Güney’in “Hücrem” adlı eseri ise ne öykü kitabı ne roman ne bilimsel eser daha çok Güney’in görüşlerini yansıtan bir aforizmalar kitabı olarak görülebilir.
Güney, burada yazma konusundaki görüşlerini şu sözlerle açıklıyor: “Amacım gelişigüzel hikayeler, romanlar yazmak değildir. Açıklamalarını zorunlu gördüğüm toplumsal, siyasal olayların yazılması, hayatın diğer alanlarında yaşayan diğer ürünlerle kaynaştırılması, sınıf mücadelesinin yükselişine, yaygınlaşmasına derinleşmesine katkıda bulunarak, toplumsal oluşum içinde devrimci düşünceye yeni boyutlar, etkinlikler kazandırarak yeni sentezlere vardırılmasıdır.” Yılmaz Güney’in sadece iki yapıtı üzerinde durduk. Bunun nedeni bugün bu iki yapıtın güncelliğini koruyarak devam etmesidir.
Yılmaz Güney’in bugüne kadar çıkan eserleri
- Ölüm Beni Çağırıyor – Y. Ufuklar, Mayıs 1956
- Kötüsünü de Seviyorum Şu İnsanların – Salkım Dergisi Haziran 1956
- Yasaklar Hiç Bitmeyecek –Y. Ufuklar, Ekim 1956
- Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri – Onüç, Ekim 1956
- Yarınlara Usançlı Tutku – Pazar Postası, Ocak 1956
- Sürüngenler – Y. Ufuklar, Kasım 1957
- Boynu Bükük Öldüler (1972 Orhan Kemal Ödülü)
- Hücrem
- Çocukluk Günleri
- Çırak
- Salpa
- Sanık
- Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz