Sokaklarda büyür Fener’in çocukları

Semra Kardeşoğlu

Fener’de gün babaların işe gitmesiyle başlar. Kocalarını yolcu eden kadınlar, günlük işlere koyulur fazla beklemeden. Ve Fener’in çocukları türlü oyunlar ve oyuncaklar uydurarak geçirecekleri bir güne daha başlarlar sokaklara fırlayarak. Tüm bir Fener halkı tek göz odalı evlerin havasızlığından kurtulup kendilerine küçük mutluluklar sunacak sokakları doldururlar. Yorgun bedenlerini yer yataklarına uzatana değin dünden ve yarından farklı olmayacak bir koşturmaca başlar.

Kadınlar kırmızılı mavili plastik leğenlerin başında çamaşır yıkamaya koyulduklarında, kocaları ana caddelere ulaşmak için ara sokakların tükenmez sisini yararak ilerlemeye çalışır. Çocuklar az katık çok ekmekle yaptıkları kahvaltılarını bitirip gruplar halinde oynamaya başlarlar. Çoğu ilkokul üçten ayrılmış. Biraz çabalayanlar ilkokulu ancak bitirebilmişler. Hemen hiçbiri bunun ezikliğini yaşamaz. “Nasıl olsa babamın yanında çalışıyor. İşi bayağı öğrendim. Her işe çıktığımda kilolarca meyve satıp eve dönüyorum. Okuyup da ne yapacağım?” diye açıklar durumunu.

Fener’de çocukluk yılları bisikletsiz geçer. Orhan bu çocukların içinde kendini epey şanslı sayıyor. Babasının bir yerlerden bulduğu arka tekerleği olmayan bir bisikleti kaldırımın kenarına dayamış hızlı hızlı basıyor pedalına. Bisikletin yerinden hareket ettiği yok ama onun için önemli değil. O yine de bağırıyor; “Hadi kalkıyor. Aksaray, Aksaray.” Sonra sevinçle anlatıyor; “Ben büyüyünce kara şimşek gibi bir otomobilim olacak, o zaman bütün arkadaşlarımı alıp çok uzaklara gideceğim.” Ona uzun uzun böyle bir arabaya sahip olabilmenin yollarının nereden geçtiğini anlatarak büyük nutuklar çekerek çocuksu düşlerini kirletmenin ne alemi var şimdi. Ben sokaktan ayrılırken Orhan, Aksaray’ı geçip Fındıkzade’ye ulaşıyor bile.

Fener’de yaşam hep sokaklarda geçer. Çoluk çocuk topluca sokakta var olmuş gibidirler. Kanayan burunlar, sıyrılan dizler, iki tahtadan icat edilmiş oyuncalarla çok erken büyür Fener’in çocukları. Sokaklar onlar için bir ana kucağı, bir sevgilinin dizi olur çoğu zaman. Sokağa çıkamayacak denli küçük olanlar için anneleri, pencere sahanlıklarında arsızca boy veren begonyaların yanına renkli bez parçalarından yaptıkları bir minder atar.

Çocuk kendisinden büyük kardeşlerinin oyunlarını seyrederek, çoğu zaman üzerine domates salçası ya da biraz toz şeker dökülmüş ekmeğini kemirir iştahla. Tüm çocukların rengi, sokakları dolduran sisin rengi gibi gridir. Erken yaşta alışılan sigaralar, gün geçtikçe bu griyi silinmez bir sarıya bulayacaktır.

Yaz günleri kısa sürer Fener’de. Kışa ise apansızın yakalanırlar. Çocuklar yine nasıl üşüyecek bu kış olsun deriz biz de belki Ayşe gibi, “Olsun çok üşürsek birbirimize sarılırız. Hem bizim sokaklarda bir sürü odun parçası oluyor. Hem belki çok kar yağar bu kış. O zaman kartopu oynarız. Kayak yaparız ne güzel…”

Akşam yaklaşmakta şimdi. Yemeklerini bitiren babalar ağabeyler kahveye koşacaklar. İskambil kağıtlarına ve tavlalara. Kadınlarsa kapı önlerinde, tanesini 30 bin liraya gelinlik kızlara satacakları yemeni örerek gece yarılarına dek sürecek muhabbetlere başlar.

Muhabbetler son bulur sonra. Sigara öksürüğü sesiyle babalar döner evlere, kahveler kapanmıştır çünkü. Kapılar bir bir kapanır ama kitlenmez. Çalınacak ne var ki?

Yorgun horlama sesleri dolar sonra Fener sokaklarına? Birkaç köpek uzun uzun havlar. Bir kamyon geçer son hızla. Geceyi yarar bir fren sesi. Bir çocuk ölür üç yaşında mini mini. Biri merhaba der hayata. Ve sokaklar sahiplerinin yaşamlarına ağlayacakları bir geceye daha başlarlar. Yarın sabah ne değişecek Fener’de diye düşür bir adam. Sahi yarın sabah ne değişecek Fener’de?